KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARININ “SATIŞA ARZ EDİLMESİ”, “SATILMASI”, “VERİLMESİ”, “SATIN ALINMASI” VEYA “KABUL EDİLMESİ”

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu

Haber verme zorunluğu:
Madde 4 –

(1) Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını bulanlar, malik oldukları veya kullandıkları arazinin içinde kültür ve tabiat varlığı bulunduğunu bilenler veya yeni haberdar olan malik ve zilyetler, bunu en geç üç gün içinde, en yakın müze müdürlüğüne veya köyde muhtara veya diğer yerlerde mülki idare amirlerine bildirmeye mecburdurlar.
(2) Bu gibi varlıklar, askeri garnizonlar ve yasak bölgeler içinde bulunursa, usulüne uygun olarak üst komutanlıklara bildirilir.
(3) Böyle bir ihbarı alan muhtar, mülki amir veya bu gibi varlıklardan doğrudan doğruya haberdar olan ilgili makamlar, bunların muhafaza ve güvenlikleri için gerekli tedbirleri alırlar. Muhtar, aynı gün alınan tedbirlerle birlikte durumu en yakın mülki amire; mülki amir ve diğer makamlar ise on gün içinde, yazı ile Kültür ve Turizm Bakanlığına ve en yakın müze müdürlüğüne bildirir.
(4) İhbar alan Bakanlık ve müze müdürü bu Kanun hükümlerine göre, en kısa zamanda gerekli işlemleri yapar.

Korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıkları:

Korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıkları
Madde 23 – (Değişik: 17/6/1987 – 3386/9 md.)

(1) Jeolojik, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait, jeoloji, antropoloji, prehistorya, arkeoloji ve sanat tarihi açılarından belge değeri taşıyan ve ait oldukları dönemin sosyal, kültürel, teknik ve ilmi özellikleri ile seviyesini yansıtan her türlü kültür ve tabiat varlıkları;
(2) Her çeşit hayvan ve bitki fosilleri, insan iskeletleri, çakmak taşları (sleks), volkan camları (obsidyen), kemik veya madeni her türlü aletler, çini, seramik, benzeri kab ve kacaklar, heykeller, figürinler, tabletler, kesici, koruyucu ve vurucu silahlar, putlar (ikon), cam eşyalar, süs eşyaları (hülliyat), yüzük taşları, küpeler, iğneler, askılar, mühürler, bilezik ve benzerleri, maskeler, taçlar (diadem), deri, bez, papirus, parşümen veya maden üzerine yazılı veya tasvirli belgeler, tartı araçları, sikkeler, damgalı veya yazılı levhalar, yazma veya tezhipli kitaplar, minyatürler, sanat değerine haiz gravür, yağlıboya veya suluboya tablolar, muhallefat (religue’ler), nişanlar, madalyalar, çini, toprak, cam, ağaç, kumaş ve benzeri taşınır eşyalar ve bunların parçaları,
(3) Halkın sosyal heyetini yansıtan, insan yapısı araç ve gereçler dahil, bilim, din ve mihaniki sanatlarla ilgili etnografik nitelikteki kültür varlıkları,
(4) Osmanlı Padişahlarından Abdülmecit, Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet Reşat ve Vahidettin ve aynı çağdaki sikkeler, bu Kanuna göre tescile tabi olmaksızın yurt içinde alınıp satılabilirler.
(5) Bu madde kararına girmeyen sikkeler bu Kanunun genel hükümlerine tabidir.

Yönetim ve gözetim:
Madde 24 – (Değişik: 17/6/1987 – 3386/10 md.) 23 üncü maddenin (a) bendinde belirtilen etnografik mahiyetteki kültür varlıklarının yurt içinde alımı, satımı ve devri serbesttir. Alımı, satımı serbest bırakılacak etnoğrafik eserlerin hangi devirlere ait olacağı ve diğer nitelikleri ile kayıt ve tescil şartları bir yönetmelikle belirlenir.

Haber verme sorumluluğuna ve kültür varlığı ticaretine aykırı hareket edenler:
Madde 67 – (Değişik: 23/1/2008-5728/410 md.)

(1) Kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili olarak bildirim yükümlülüğüne mazereti olmaksızın ve bilerek aykırı hareket eden kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bildirimi yapılmamış olan kültür ve tabiat varlığını satışa arzeden, satan, veren, satın alan, kabul eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile
cezalandırılır. Ancak, bu durumda birinci fıkrada tanımlanan suçtan dolayı ayrıca cezaya hükmolunmaz.
(3) Ticareti yasak olmayan taşınır kültür varlıklarının izinsiz olarak ticaretini yapan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yurt dışına çıkarma yasağına aykırı hareket edenler:
Madde 68 – (Değişik: 23/1/2008-5728/411 md.)

(1) Kültür ve tabiat varlıklarını bu Kanuna aykırı olarak yurt dışına çıkaran kişi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

Tetkik ve kontrole muhalefet:
Madde 69 – (Değişik: 23/1/2008-5728/412 md.)

(1) Bu Kanunun 29 uncu maddesinde yer alan tetkik ve kontrole muhalefet edenler ile 41 inci maddede yer alan nakil işlerine aykırı hareket edenler altı aydan bir yıla kadar hapis ve
adlî para cezası ile cezalandırılırlar.

Özel mülkiyete konu olanlar:
Madde 70 – (Değişik: 23/1/2008-5728/413 md.)

(1)Bu Kanunun 24 üncü maddesine aykırı hareket edenler bir yıldan üç yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılırlar.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2021/1131 Esas 2024/2217 Karar sayılı kararı ile
“2863 sayılı Kanun’un 23. Maddesi kapsamında korunması gerekli taşınır kültür varlıkları olduğunun tespit edildiği, sanığın mahkeme huzurunda vermiş olduğu savunmasında; suça konu malzemeleri müzeye teslim etmek üzere arkadaşından aldığını savunması karşısında bu hali ile sanığın eyleminin 2863 sayılı Kanunun 70. maddesinde hükme bağlanan “kültür varlıklarını bulundurma” suçunu oluşturacağı gözetilmeden sanık hakkında 2863 sayılı Kanun’un 67/2 . Maddesi gereğince mahkumiyet hükmü verilmesi, Hukuka aykırı olup, açıklanan nedenle Yenişehir Asliye Ceza Mahkemesinin kararına yönelik sanık müdafinin temyiz istekleri yerinde görüldüğünden hükmün, 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,” şeklinde karar verilmiştir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2019/11317 Esas 2024/1823 Karar sayılı kararı ile
“Sanık …’nın savunmasında, dava konusu eserleri olay günü tarlada önce bulduğunu beyan etmesi karşısında, sanığın eyleminin 2863 sayılı Kanun’un 70. maddesindeki “kültür varlığı bulundurma” suçu kapsamında kalmadığı, aynı şekilde dava konusu eserleri olay günü bulduğuna dair savunmasının aksine delil mevcut olmadığından, 2863 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtilen üç günlük bildirim süresi içerisinde eserin ele geçirilmesi nedeniyle 67/1. maddede düzenlenen “bildirim yükümlülüğüne aykırılık” suçunun kanuni unsurlarının oluşmadığı, 2863 sayılı Kanun’un 67/2. maddesinde düzenlenen “kültür varlığı ticaretine aykırılık” suçunun oluşması için de; gerekli, bildirimi yapılmamış kültür varlığının ticaret kastı ile “satışa arz edilmesi”, “satılması”, “verilmesi”, “satın alınması” ve “kabul edilmesi” eylemlerinden hiç birinin somut olayda gerçekleşmediği anlaşılmakla; sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, mahkumiyetine ilişkin yazılı şekilde hüküm kurulması, hukuka aykırı olup” şeklinde karar verilmiştir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2020/8932 Esas 2021/8938 Karar sayılı kararı ile
“Her ne kadar sanık hakkında izinsiz olarak kültür varlığı ticareti yapmak suçunu işlediği iddia olunmuş ise de, 2863 sayılı Kanunun 67/2-3. maddesine temas eden suçların 5271 sayılı CMK’un 135. maddesinde sayılan ve iletişimin tespitine karar verilebilecek katalog suçlardan olmadığı, bu itibarla görüşme içeriklerinin anılan suç yönünden sanık aleyhine, hukuka uygun olarak elde edilmiş delil vasfında bulunmadığı, kaldı ki içeriklerde somut olarak kültür varlığı ticareti yapıldığına dair bir görüşmenin de mevcut olmadığı, 2863 sayılı Kanunun 67/2. maddesinde düzenlenen “kültür varlığı ticaretine aykırılık” suçunun oluşması için de; gerekli, bildirimi yapılmamış kültür varlığının ticaret kastı ile “satışa arz edilmesi”, “satılması”, “verilmesi”, “satın alınması” ve “kabul edilmesi” eylemlerinden hiç birinin somut olayda gerçekleşmediği, yine ticareti yasak olmayan taşınır kültür varlıklarının izinsiz olarak ticaretini yapma suçunun düzenlendiği 2863 sayılı Kanunun 67/3. maddesinin de unsurlarının oluşmadığı, sanığın evinde yapılan aramada ele geçirilen 3 adet sikkenin kendisine babasından ve dedesinden kaldığını, av tüfeğinin ise diğer sanık …’dan emanet olarak aldığını beyan etmesi karşısında, dava konusu sikkeler ve av tüfeği üzerinde üniversitelerin arkeoloji ve sanat tarihi kürsülerine mensup öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi kuruluna inceleme yaptırılarak, mevcut durumu itibariyle bilim, kültür, din veya güzel sanatlarla ilgisi, tasnif ve tescile tabi, bildirim zorunluluğu olan, yani 2863 sayılı Kanun kapsamında korunması gerekli taşınır kültür varlığı olup olmadığı tespit edilip, anılan niteliği haiz olduklarının belirlenmesi halinde eylemin 2863 sayılı Kanunun 70/1. maddesinde düzenlenen “kültür varlığını bulundurma” suçu kapsamında değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, kanuna aykırı olup, BOZULMASINA,” şeklinde karar verilmiştir.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 4. Maddesine göre taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını teslim etme süresi 3 gündür. Yani zilyetliğe geçtiği tarih ile kolluk birimleri tarafından yapılan arama neticesinde ele geçirilen kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu kapsamındaki eşyalara yapılan işlem bu 3 gün içerisinde yapılmışsa eğer 2863 sayılı kanunun 67/1. maddesinde düzenlenen “bildirim yükümlülüğüne aykırılık” suçunun kanuni unsurlarının oluşmadığı kabul edilmelidir.

2863 sayılı Kanun’un 67. maddesindeki suçun manevi unsuru genel kasttır. Korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarını, bu niteliğini bilerek kanunda öngörülen usul ve esaslara aykırı şekilde elde bulundurma halinde bu suç oluşur. 5237 sayılı TCK.nın 21/1. Maddesinde kast: “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.” şeklinde tanımlanmıştır.

Burada yapılan üst, araç veya ikametgah aramasının usule ve yasaya uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığına da bakılmalıdır. Uygulamada, gecikmesinde sakınca bulunan hal olmamasına rağmen gecikmesinde sakınca bulunan bir hal varmış gibi gösterilerek Anayasaya ve Kanuna aykırı uygulamaların yapıldığı görülmektedir. Bu uygulamalardan ilki; kanunun gecikmesinde sakınca bulunan hallerde koruma tedbiri uygulaması için yetki verdiği kişilerin, bu istisnai yetkiyi gecikmesinde sakınca bulunan hal olmasa bile kullanmasıdır. Örneğin; CMK m.119/1 uyarınca, gecikmesinde sakınca bulunan bir hal varmış gibi gösterilerek, hakimden karar alınmaksızın cumhuriyet savcısının veya kolluk amirinin koruma tedbiri uygulanması için karar verdiği görülmektedir. Bunlardan ikincisi, gecikmesinde sakınca bulunan bir hal varmış gibi gösterilerek kural olarak tesis edilemeyecek bir işlemin tesis edilmesidir. Örneğin; CMK m.118/1 uyarınca gece vakti arama yapılamamasına rağmen, gecikmesine sakınca bulunan hal varmış gibi gösterilerek, gece vakti aramalar yapılmakta ve kanunda öngörülen bu istisnai hüküm, arama tedbirinin gecikmesinde sakınca bulunduğu için değil, sırf aramanın gece yapılabilmesi için vasıta olarak kullanılmaktadır. Bu uygulamalar, Anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklere ölçüsüz müdahale edilmesi sonucunu doğurmakta ve en başta “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13 ile CMK’nın koruma tedbirleri ile ilgili hükümlerine (örneğin m.119/1 gibi) aykırı uygulamaların önünü açmaktadır.

Yani gecikmesinde sakınca bulunan hal gerekçe gösterilerek koruma tedbiri uygulanmışsa, gecikmesinde sakınca olan halin hangi sebeplerle var olduğu açıklanmalıdır. Uygulamada karşılaşılan en önemli sorun, gecikmesinde sakınca bulunan halin olup olmadığından bağımsız olarak, yazılı emir ve kararlarda somut hukuki ve özellikle de fiili sebeplerin belirtilmemesidir. Kişi hak veya hürriyetini sınırlayan bir tedbirin tatbikine dayanak olan yazılı emir veya kararda somut gerekçe yokluğu, o tedbirin hukuka aykırılığının birinci göstergesidir. Gerekçe yokluğu, yetersiz veya soyut gerekçe, Türk Hukukunun kronikleşmiş bir rahatsızlığıdır ki, Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin tüm ihlal kararlarına rağmen, Türk Yargısında somut gerekçe yokluğu sorunu varlığını sürdürmektedir. Sadece Anayasa ve kanunlarda yer alan ibare ve cümlelere yer verilmesi, gerekçe ile bağdaşmayan soyut ve genel geçer sözler, gerekçeli karar hakkının gereğinin yerine getirildiğini göstermez.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.01.2019 tarih ve 2016/75 E., 2019/18 K. sayılı kararı ile; “(…) Koruma tedbirleriyle çoğu zaman henüz gerçekten bir suçun işlenip işlenmediği ya da işleme muhatap olan şüpheli tarafından işlendiği yargı kararı ile sabit olmadığı halde, gecikmesinde sakınca bulunmasından dolayı görünüşte haklılıkla yetinilerek gerek şüphelinin gerekse şüpheli statüsünde olmayan üçüncü kişilerin temel hak ve özgürlüklerine müdahale edilmektedir. Bu nedenle, koruma tedbirlerine ölçülü bir şekilde, görünüşte haklı olan ve gecikmesinde sakınca ya da tehlike bulunan hallerde başvurulmalıdır.” şeklinde karar verilmiştir.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi 2015/18389 Esas 2017/9112 Karar sayılı kararı ile; “Ceyhan İlçe Emniyet Müdürlüğü”nün 21/06/2012 tarihli yazısı ile Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda öngörülen suçların işlenmesinin önlenmesi amacıyla ilçede faaliyet gösteren içkili lokantalarda, bakkallarda ve tekel büfelerinde uygulama yapılması kapsamında sanığa ait işyerinin de içinde bulunduğu 78 ayrı işyerinde, müştemilatlarında, oralarda bulunan şahıslar ve araçlar üzerinde, gecikmesinde sakınca bulunan hal bulunduğu belirtilerek Cumhuriyet Savcılığından arama kararı talep edilen olayda; Cumhuriyet Savcısından arama kararı talep edilmesini gerektirir nitelikte gecikmesinde sakınca bulunan hallerin neler olduğu açıkça gösterilmeden, Cumhuriyet Savcısı tarafından da gecikmesinde sakınca bulunan ve aciliyeti haklı kılan halin ne olduğu belirtilmeden gündüz vakti saat 14:00 ila 16:00 saatlerini kapsayacak şekilde CMK.nun 119. maddesine ve hukuka aykırı şekilde arama kararı verilmesi, bu şekilde; Hukuka aykırı arama sonucu ele geçen eşyanın yasak delil niteliğinde olduğu, bu eşyanın kaçak olmasının durumu değiştirmeyeceği, Anayasa”nın 38/2, 5271 sayılı CMK.nun 206/2-a, 217/2, 230/1. madde ve fıkralarına göre hukuka aykırı surette elde edilen delillere dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması, Yasaya aykırı olduğundan hükmün BOZULMASINA,” şeklinde karar verilmiştir.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi 2019/1925 Esas 2019/39845 Karar sayılı kararı ile; “Mesai saatleri içerisinde gecikmesinde sakınca bulunan halin nedeni belirtilmeksizin savcı tarafından verilmiş arama kararının usulüne uygun olmaması karşısında, hukuka aykırı arama sonucu ele geçen eşyanın yasak delil niteliğinde olduğu, eşyanın kaçak olmasının durumu değiştirmeyeceği, Anayasa”nın 38/2, 5271 sayılı CMK’nun 206/2-a, 217/2, 230/1. madde ve fıkralarına göre, hukuka aykırı surette elde edilen delillere dayanılarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı ve bu gerekçeyle sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamına uygun olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi sonuca etkili görülmediğinden, katılan Gümrük İdaresi vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle sonucu itibariyle doğru olan hükmün ONANMASINA,” şeklinde karar verilmiştir.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki suçlarda tutanaklarda genellikle “edinilen istihbarı bilgi” doğrultusunda denmek suretiyle kolluk birimleri tarafından adli aramalar yapılmaktadır.

Elde edilen istihbarı bilgi ve belgeler niteliği itibariyle tek taraflı, dolaylı, gizli, doğruluğu kesin olarak bilinmeyen ve belirli bir işleme tabi tutulmuş bilgiler olup, bu verilerin haricen delillendirilmemesi halinde tek başlarına hükme esas alınmamalıdır. Aksi bir kabul; Anayasa m.36 ile güvence altına alınan savunma hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurur.

Ceza Muhakemesi Hukuku’nda her şey delil olabilir. Bunun sınırı; delilin kanuna ve akla uygun, olayla bağlantılı, maddi hakikate ulaşmaya elverişli, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilme gerekliliğidir.

İstihbarı bilgiler tek başına hükme esas alınamayacak bilgi ve belgelerdendir. Bu bilgi ve belgelerin hükme esas alınabilmesi için, içeriklerinin somut delillerle desteklenmesi ve muhteviyatı itibariyle doğruluğunun ispatlanmış olması gerekmektedir. Aksi takdirde delil değerleri yoktur.

Soruşturma evresinde gerçekleştirilen tüm işlemlerin ayrı ayrı tutanağa geçirilerek imza altına alınması gerekmektedir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 169/2. Maddesi “Her soruşturma işlemi tutanağa bağlanır. Tutanak, adlî kolluk görevlisi, Cumhuriyet savcısı veya sulh ceza hâkimi ile hazır bulunan zabıt kâtibi tarafından imza edilir.” ve
Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ek m.6/2 “Polis, bir suça ilişkin olarak kendisine yapılan sözlü ihbar ve şikâyetleri ve görevi sırasında öğrendiği suça ilişkin bilgileri yazılı hale getirir”
hükümlerinden de anlaşılacağı üzere adli makamların, görevlerini ifa ettikleri sırada gördükleri ve duydukları her hususu tutanağa geçirmek zorunlulukları vardır. İdari veya adli kolluk vazifesi gören adli kolluk görevlileri; kendilerine atfedilen görevler uyarınca önleyici ve adli kolluk olarak bilgi veya delil toplayıp, bunları raporlaştırmalıdır.

Nitekim Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 16.04.2019 tarihli, 2018/3918 E. ve 2019/2665 K. sayılı kararı ile; “Emniyet Genel Müdürlüğü’nden gelen yazı cevabında yargılamada “belirleyici delil” olarak dikkate alınan raporların istihbari bilgi notları olduğunun anlaşıldığı durumda, dosyaya konu suç da dikkate alınarak “Somut olayda, silahlı terör örgütüne üye olduğu kabul edilip, örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu ve önemi bakımından temel cezası üst sınıra yakın olarak belirlenen sanığın, yargılamanın yenilenmesi sonucunda, istihbari nitelikteki yazının hükme esas alınamayacağının anlaşılması ve Yerel Mahkemenin de bu doğrultuda kabule varması karşısında, istihbari nitelikteki görüş yazısı suçun sübut ve vasfının belirlenmesinde hükme esas alınmamalıdır. Dosya kapsamında bulunan diğer delillerin suçun sübut ve vasfının değerlendirilmesinde yeterli olup olmadığı değerlendirilmeli, yeterli görülmesi halinde oluşan yeni durum karşısında TCK m.61’deki ölçütlere göre temel cezanın belirlenmesi gereklidir, …” şeklinde bozma kararı vermiştir.

Daha fazla bilgi edinmek için ofisimizle iletişime geçebilirsiniz.

Diğer Başlıklar..